Neden tiyatro dedim ve Hakan Pişkin'e sordum
 |
Oyunun yönetmeni ve Ti Performansın kurucularından Hakan Pişkin ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
|
Hakan Pişkin'in yönettiği Bir Yüzleşme Oyunu'nu da keyifle seyrettim ve sizlere tavsiye ediyorum.
BİR YÜZLEŞME OYUNU/ Ti Performans
Yönetmen: Hakan PİŞKİN Yazan: Tolga KÖSEOĞLU
Işık: Serpil ÇOŞKUN
Dekor/Kostüm: Günsu ENGİN
Reji Asistanı: Tunca ARSLAN
Müzik: Erdal ŞAHİN
Oyuncular: Engin ALPATEŞ Kadir ÇERMİK Emel ELEVLİ Sevil AKKEL
Web Sitesi: http://www.tiyatroti.com/
İstiklal Caddesi - Aznavur Pasajı - Kat: 8 - No: 3
Bir helalleşme, yüzleşme var sahnede. Bir psikiyatrist, bir memur, bir protest müzik şarkıcısı. Psikiyatristin odasında geçiyor bu yüzleşme. Polis ve şarkıcı iki farklı kimlik. Sosyal sorumululuk projesi adına bir araya gelmişler ve bu da onları rahatız ediyor. Yardım almaya, psikiyatriste gitmeye karar veriyorlar. Ve gerçekte de yaşanmış bu hikaye başlıyor.
Geçmişte kalmış bir darbe. Etkisi hala insanların üzerinde.Herkes şüpheci, herkes kin duygusuyla yaşıyor. Hala herkes düşünmeye, konuşmaya korkar halde. Geçmişin acısı yüreklerde. Biri düşünmüş, biri işkence odalarında düşüneni öldürmüş, biri kaçmış gitmiş en uzağa. Görmezden gelmek değil mi bu en uzağa gidiş. Suça dahil olmanın bir şekli değil midir görmezden gelmek? Olurken tüm bunlar 'ben yoktum' zaten demek.
Hem dizi hem tiyatro
‘Tiyatroya destek sağlamak için
televizyonda yer almak gerekiyor’
Yönetmen ve
tiyatro oyuncusu Hakan Pişkin ile tiyatroya nasıl başladığı ve bugüne kadar
nasıl zorluklar yaşadığını konuştuk.
Burçin
Camgöz: Tiyatroya ilk adımınızla başlayalım. Neden tiyatro?
Hakan
Pişkin: Genel olarak aslında buna hep klasik bir yanıt verilir. Ben de o
yanıtın doğru olduğunu düşünüyorum. Bu insanın içinden gelen bir şey. Bu istek
içimde çocukluğumdan itibaren hep vardı. Algılarla, karakteristik zeka
yapılarıyla ilgili bir şey bu. Ders çalışmaktan çok, insan ilişkilerine,
taklitlere skeçlere yöneldim. Tiyatro ve tiyatrocular ilgimi çekerdi. Önce
iktisat fakültesindeydim, sonra da YÖK kararıyla atıldım derken affa uğradım ve
ikinci şansı yakaladım. Konservatuvarda şansımı denedim ve sınavlara
hazırlandım. Mimar Sinan'ın sınavlarına girdim ve kazandım. Böylece
konservatuvara geçmiş oldum. Yani içimde tiyatro vardı ama başka bir
üniversiteye başlamıştım. O üniversite olmayınca, içimdeki tiyatro sevgisi yeniden
hareketlendi ve o yolda ilerleme kararı aldım.
B.C. :
Tiyatroya bir aşkla, bir heyecanla girdiniz hala o heyecan devam ediyor mu?
Örneğin Emek Sineması'nın geldiği son durumdan yola çıkarak, sanata olan bakış
ne yazık ki olması gerektiği gibi değil. Kısıtlamalar var. Tüm bunlar
heyecanınızı öldürüyor mu?
H.P. : Büyük uğraşlar verdim, tiyaromu kurabilmek
için televizyonda da yer alım. Zorluklara rağmen heyecanım hiç bitmedi. Ama
sorduğunuz soru açısından düşündüğümde orada bir sıkıntı var, belki bunun yaşla
bir alakası vardır; enerjiniz artık eskisi kadar olmuyor. Dolayısıyla artık biraz daha farklı bir algı
yaşamaya başlıyorsunuz. Bir de tabi süreç içerisinde gelinen yer, yol, algı,
toplumsal destek veya talep hep çok daha olumsuza doğru gitti. Bunlar da
maalesef bizim tiyatroyu yapmamızda veya algılamamızda çok ciddi darplar
yaratıyor. Yani bunlar nedir; daha spesifik açacak olursak, bir oyun
yapacaksınız, oyuncuların ekonomik sorunları oluyor. Bu ekonomik sorunlara
tiyatroların yetişmesi mümkün değil. Çünkü bilet ve talep eşit olmuyor.
Dolayısıyla tiyatro birden bire amatörleşiyor. Özel tiyatro açısından
baktığımızda, oyunculara bekledikleri karşılıklar verilemediği için, durum bir
imece ilişkisine, amatörlüğe, maneviyat hedefine dönüyor. Bu bakımdan işler zorlaşıyor. Nasıl
zorlaşıyor; demek ki oyuncu parasını başka bir yeden kazanacak ki tiyatroyu da
amatör olarak devam ettirecek. İşler daha da karışıyor bu durumda. Birincisi,
sizin yapımcı olarak otoritenizi sarsıyor veya çalıştığınız bir oyunu devam
ettirirken oyuncuyla sözleşme yapamıyorsunuz çünkü ortada para yok ancak manevi
bir sözleşme olabiliyor. Hal böyle olunca oyuncular bir süre sonra dizi
sektörüne kayıyor. Aslında burada olay ahlaki bir meseleye dönüyor,etik devreye
giriyor. Çünkü ortada hazırlanılan bir oyun var ama oyuncu bir diziden yüksek
rakamlarla bir teklif alıyor ve sizi yarı yolda bırakıp gidebiliyor. Siz de
aynı oyunu başka oyuncularla yeniden çalışarak çıkarmaya çalışıyorsunuz. Bu hem
yapımcı hem diğer oyuncular için büyük bir yük.
B.C. : Oynadığınız Vali filminde işlenen konu
itibariyle birilerinin canı sıkılmış olmalıydı. Malum halkın uyanmasını
istemiyorlar ve filminiz de uyandıracak cinstendi. Sermayeyi ellerinde
bulunduran iktidar sahipleri, istemedikleri durumlara değinildiğinde bazı
sansürleri, engelleri getirebiliyorlar. Bu da bir süre sonra otosansürü
doğuruyor mu? Yoksa "biz ne söylememiz gerekiyorsa söyleriz" diyor
musunuz? Böyle bir özgürlüğünüz var mı?
H.P :
Aslında tam da böyle oluyor. Bir sansür kurulu var zaten. Bu sansür süreci de
iyice gelişmiş durumda ve evet bir süre sonra otosansür devreye giriyor. Vali
gibi bir şey yapıyorsunuz ama bunu yapma nedeniniz aslında tamamıyla ben
kendimi ifade edeyim, içimde yaşattığım, beni sıkıştıran sorunları dile getireyim
gibi bir kaygı olmuyor. Mevcut bazı sorunlar var, bu sorunlardan hareketle ben
bir film yapayım ve filmim de güzel, oyuncular başarılı, teknik açıdan
aksiyonları olsun, konusu aksın, biraz derinlikli olsun deniliyor. Buradaki
amaç filmi sorunlardan hareket ederek yapalım ve böylece filme ilgi olsundan
öteye gitmiyor. Çünkü geniş kitlelere ulaşmak ve para kazanmak istiyorsanız çok
özel, spesifik sorunlara, marjinal söylemlere giremezsiniz. Tıpkı tiyatroda
olduğu sanat mı, daha popüler tiyatro mu sorularıyla karşılaşıldığı gibi bir
durum var. Daha sanatsal bir şey, daha deneysel bir çalışma veya daha ideolojik
bir çalışma yaptığınız zaman siz bir miktar genel kitle içerisinden daha özel
bir izleyiciye ulaşmayı kabul ediyorsunuz demektir. Eğer genele ulaşmak istiyorsanız
daha popüler işler yapacaksınız. Otosansür ister istemez hem tiyatroda hem
sinemada uygulanıyor. Bazı tiyatrolar da kendi söylemlerini söyleyebilmek için
küçülüyorlar, daha az kitleye oynuyorlar. Buradan hareketle oda tiyatrosu
kültürü doğdu. Daha deneysel işler yapmanın peşindeler. Biz de onlardan
birisiyiz. Az seyirciyi kabullendik ama hiç olmazsa kendimize ait bir şeyler
yapıyoruz. Daha sanatsal kaygılarla hareket ediyoruz, kendi sözümüzü
söyleyebilelim diye. Tabi bazen de denklem kurmak zorunda kaldığımız projeler
oldu. İşte burada zorunlu bir otosansürden de bahsedebiliriz her şeye rağmen.
B.C. : Söz
size gelmişken TiPerformans'tan da bahsedelim. Neler yapıyorsunuz burada, nasıl
başladınız? Kurulum ve devam ettirme aşamasında yaşadığınız zorluklar olmuştur
elbet. Bunlar nelerdir?
H.P. : Biz
1994 yılında TiyatroTi olarak kurulduk.
Hem uluslararası hem ulusal projelere katıldık. İlk yıllar çok güçlü
oyunlar yaptık, büyük salonlarda çalıştık. O dönemde bunlar yapılabiliyordu
yani imkanlar daha elverişliydi. Diziler yoktu ve tiyatrocu arkadaşlarımızdan
da destek alıyorduk. Brecth'ler koyduk sahneye, aynı zamanda Türk tiyatrosuna
yeni tekstler kazandıracak çalışmalar yaptık. Uluslararası, alternatif tiyatro festivallerinde yer aldık; dönemin önünde,
bir miktar da tiyatro algısını da zorlayacak, yenileştirecek, geliştirecek
yaklaşımlar kurduk. Bunların faturalarını ödedik. Çünkü var olan alışmış
seyirci, yeniyi ret ediyordu. Her zaman eskiyle yenin böyle bir çatışması
vardır. Yeni bir şey koyduğunuz zaman alıcısı olmaz. Bunlara göğüs germeye
çalıştık. 2000'lere geldiğimizde ise krizler oldu ve tiyatromuz da bazı
kopuşlar yaşadı. Bir değişim oldu bu yıllarda; televizyon öne çıktı ve
televizyona dönmek zorunda kaldık. Ben televizyondan aldığım paralarla
tiyatroyu kurmuştum. 90'ların sonlarına kadar hep tiyatroda var olmaya çalıştım
ama 2000'lere geldiğim zaman gördüm ki, dizilerdeki arkadaşların popülariteleri
nedeniyle daha fazla tiyatro yapar hale geldiler, ben ise yapamaz hale geldim.
O nedenle 2000'lerden sonra yeniden döndüm televizyona. Bu sefer başka
zorluklar geldi. Hem zaman problemi oldu; hem diziye hem tiyatroya koşturur
oldum. Parayı oradan transfer eder olduk. O yıllarda özel tiyatroların
yaşadıkları zorluklardan bizler de etkilendik ve küçülmek durumunda kaldık.
Tiyatro kendi içinde bu durumlar yüzünden yeni bir oluşum yarattı. Oda
tiyatrosu kavramı ortaya çıktı özel tiyatrolar için. Bu süreçte aynı zamanda
yeni bir finans kaynağı olarak da bazı etkinlikler yapıyoruz, atölyeler,
konservatuvara hazırlık kursları gibi. Ti Eğitim, Ti Drama adı altında
yapıyoruz bunları. Tiyatro Ti olarak daha üst bir yapı kurduk Ti Sanat adı
altında. Ti Sanat şimdi küçük bir oda tiyatrosuna sahip. Oda tiyatrosunu başka
tiyatrolara da kiralayabiliyoruz. Buradan biraz finans kaynağı elde ediyoruz.
Küçük bir guruba oyunlar sunuyoruz.
B.C. : Son
olarak şuan sahnelediğiniz Bir Yüzleşme Oyunu'nundan bahseder misiniz bizlere?
H.P. :
Yüzleşme oyununda içinde bulunduğumuz dönemi tartışıyoruz. İnsanlık psikolojik
olarak bir süreç yaşıyor, kendi kendini yeniden gözden geçiriyor. Çünkü
olumsuzluklar çok fazla. Buradan baktığımızda örneğin kadını yeniden
tartışıyoruz, psikolojilerimiz açısından daha sağlıklı nasıl olunur diye bir
sürü öğretiyi irdeliyoruz. Evrensel yasalar, secretlar, kişisel gelişim
kitapları, yogalar, etrafta kurslar var. Bunlara baktığımızda birey kendini
yeniden keşfetmeye çalışıyor sanki. İnsanın kendi kendiyle bir yüzleşmesi var.
Burada otoriteye hayır diyememe durumunu ve otoritelerle karşı karşıya gelişi
evrensel bir şekilde tartışıyoruz. Aynı zamanda yüzleşme meselesinde hangi
öğeler yer alır, 'Bir utanç var mıdır yüzleşmede, samimiyete ihtiyaç var mıdır,
'mış' gibi yaparak yüzleşebilir miyiz, yüzleşmiş gibi yaparsak sonrasında
olumsuz geri dönüş olur mu ve bu doğanın yasası mıdır?' gibi sorulara yanıt
aranıyoruz. Şuanda ülkemizde de yüzleşmeler var. Barışın konuşulduğu bu süreçte
samimiyete ihtiyaç var yüzleşmek için. Herkesin kendini gözden geçirmeye
ihtiyacı var.
0 yorum :
Yorum Gönder