2 Mayıs 2013 Perşembe

BİR YÜZLEŞME OYUNU/ Ti Performans

 

 Neden tiyatro dedim ve Hakan Pişkin'e sordum

Oyunun yönetmeni ve Ti Performansın kurucularından Hakan Pişkin ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

  Hakan Pişkin'in yönettiği Bir Yüzleşme Oyunu'nu da keyifle seyrettim ve sizlere tavsiye ediyorum.

 BİR YÜZLEŞME OYUNU/ Ti Performans


Yönetmen: Hakan PİŞKİN Yazan: Tolga KÖSEOĞLU
Işık: Serpil ÇOŞKUN
Dekor/Kostüm: Günsu ENGİN
Reji Asistanı: Tunca ARSLAN
Müzik: Erdal ŞAHİN
Oyuncular: Engin ALPATEŞ Kadir ÇERMİK Emel ELEVLİ Sevil AKKEL
Web Sitesi: http://www.tiyatroti.com/


İstiklal Caddesi - Aznavur Pasajı - Kat: 8 - No: 3
  


       
      Bir helalleşme, yüzleşme var sahnede. Bir psikiyatrist, bir memur, bir protest müzik şarkıcısı. Psikiyatristin odasında geçiyor bu yüzleşme. Polis ve şarkıcı iki farklı kimlik. Sosyal sorumululuk projesi adına bir araya gelmişler ve bu da onları rahatız ediyor. Yardım almaya, psikiyatriste gitmeye karar veriyorlar. Ve gerçekte de yaşanmış bu hikaye başlıyor.
      Geçmişte kalmış bir darbe. Etkisi hala insanların üzerinde.Herkes şüpheci, herkes kin duygusuyla yaşıyor. Hala herkes düşünmeye, konuşmaya korkar halde. Geçmişin acısı yüreklerde. Biri düşünmüş, biri işkence odalarında düşüneni öldürmüş, biri kaçmış gitmiş en uzağa. Görmezden gelmek değil mi bu en uzağa gidiş. Suça dahil olmanın bir şekli değil midir görmezden gelmek? Olurken tüm bunlar 'ben yoktum' zaten demek.  

Hem dizi hem tiyatro

‘Tiyatroya destek sağlamak için televizyonda yer almak gerekiyor’

Yönetmen ve tiyatro oyuncusu Hakan Pişkin ile tiyatroya nasıl başladığı ve bugüne kadar nasıl zorluklar yaşadığını konuştuk.


Burçin Camgöz: Tiyatroya ilk adımınızla başlayalım. Neden tiyatro?

Hakan Pişkin: Genel olarak aslında buna hep klasik bir yanıt verilir. Ben de o yanıtın doğru olduğunu düşünüyorum. Bu insanın içinden gelen bir şey. Bu istek içimde çocukluğumdan itibaren hep vardı. Algılarla, karakteristik zeka yapılarıyla ilgili bir şey bu. Ders çalışmaktan çok, insan ilişkilerine, taklitlere skeçlere yöneldim. Tiyatro ve tiyatrocular ilgimi çekerdi. Önce iktisat fakültesindeydim, sonra da YÖK kararıyla atıldım derken affa uğradım ve ikinci şansı yakaladım. Konservatuvarda şansımı denedim ve sınavlara hazırlandım. Mimar Sinan'ın sınavlarına girdim ve kazandım. Böylece konservatuvara geçmiş oldum. Yani içimde tiyatro vardı ama başka bir üniversiteye başlamıştım. O üniversite olmayınca, içimdeki tiyatro sevgisi yeniden hareketlendi ve o yolda ilerleme kararı aldım.


B.C. : Tiyatroya bir aşkla, bir heyecanla girdiniz hala o heyecan devam ediyor mu? Örneğin Emek Sineması'nın geldiği son durumdan yola çıkarak, sanata olan bakış ne yazık ki olması gerektiği gibi değil. Kısıtlamalar var. Tüm bunlar heyecanınızı öldürüyor mu?

H.P. :  Büyük uğraşlar verdim, tiyaromu kurabilmek için televizyonda da yer alım. Zorluklara rağmen heyecanım hiç bitmedi. Ama sorduğunuz soru açısından düşündüğümde orada bir sıkıntı var, belki bunun yaşla bir alakası vardır; enerjiniz artık eskisi kadar olmuyor.  Dolayısıyla artık biraz daha farklı bir algı yaşamaya başlıyorsunuz. Bir de tabi süreç içerisinde gelinen yer, yol, algı, toplumsal destek veya talep hep çok daha olumsuza doğru gitti. Bunlar da maalesef bizim tiyatroyu yapmamızda veya algılamamızda çok ciddi darplar yaratıyor. Yani bunlar nedir; daha spesifik açacak olursak, bir oyun yapacaksınız, oyuncuların ekonomik sorunları oluyor. Bu ekonomik sorunlara tiyatroların yetişmesi mümkün değil. Çünkü bilet ve talep eşit olmuyor. Dolayısıyla tiyatro birden bire amatörleşiyor. Özel tiyatro açısından baktığımızda, oyunculara bekledikleri karşılıklar verilemediği için, durum bir imece ilişkisine, amatörlüğe, maneviyat hedefine dönüyor.  Bu bakımdan işler zorlaşıyor. Nasıl zorlaşıyor; demek ki oyuncu parasını başka bir yeden kazanacak ki tiyatroyu da amatör olarak devam ettirecek. İşler daha da karışıyor bu durumda. Birincisi, sizin yapımcı olarak otoritenizi sarsıyor veya çalıştığınız bir oyunu devam ettirirken oyuncuyla sözleşme yapamıyorsunuz çünkü ortada para yok ancak manevi bir sözleşme olabiliyor. Hal böyle olunca oyuncular bir süre sonra dizi sektörüne kayıyor. Aslında burada olay ahlaki bir meseleye dönüyor,etik devreye giriyor. Çünkü ortada hazırlanılan bir oyun var ama oyuncu bir diziden yüksek rakamlarla bir teklif alıyor ve sizi yarı yolda bırakıp gidebiliyor. Siz de aynı oyunu başka oyuncularla yeniden çalışarak çıkarmaya çalışıyorsunuz. Bu hem yapımcı hem diğer oyuncular için büyük bir yük.
 B.C. : Oynadığınız Vali filminde işlenen konu itibariyle birilerinin canı sıkılmış olmalıydı. Malum halkın uyanmasını istemiyorlar ve filminiz de uyandıracak cinstendi. Sermayeyi ellerinde bulunduran iktidar sahipleri, istemedikleri durumlara değinildiğinde bazı sansürleri, engelleri getirebiliyorlar. Bu da bir süre sonra otosansürü doğuruyor mu? Yoksa "biz ne söylememiz gerekiyorsa söyleriz" diyor musunuz? Böyle bir özgürlüğünüz var mı?

H.P : Aslında tam da böyle oluyor. Bir sansür kurulu var zaten. Bu sansür süreci de iyice gelişmiş durumda ve evet bir süre sonra otosansür devreye giriyor. Vali gibi bir şey yapıyorsunuz ama bunu yapma nedeniniz aslında tamamıyla ben kendimi ifade edeyim, içimde yaşattığım, beni sıkıştıran sorunları dile getireyim gibi bir kaygı olmuyor. Mevcut bazı sorunlar var, bu sorunlardan hareketle ben bir film yapayım ve filmim de güzel, oyuncular başarılı, teknik açıdan aksiyonları olsun, konusu aksın, biraz derinlikli olsun deniliyor. Buradaki amaç filmi sorunlardan hareket ederek yapalım ve böylece filme ilgi olsundan öteye gitmiyor. Çünkü geniş kitlelere ulaşmak ve para kazanmak istiyorsanız çok özel, spesifik sorunlara, marjinal söylemlere giremezsiniz. Tıpkı tiyatroda olduğu sanat mı, daha popüler tiyatro mu sorularıyla karşılaşıldığı gibi bir durum var. Daha sanatsal bir şey, daha deneysel bir çalışma veya daha ideolojik bir çalışma yaptığınız zaman siz bir miktar genel kitle içerisinden daha özel bir izleyiciye ulaşmayı kabul ediyorsunuz demektir. Eğer genele ulaşmak istiyorsanız daha popüler işler yapacaksınız. Otosansür ister istemez hem tiyatroda hem sinemada uygulanıyor. Bazı tiyatrolar da kendi söylemlerini söyleyebilmek için küçülüyorlar, daha az kitleye oynuyorlar. Buradan hareketle oda tiyatrosu kültürü doğdu. Daha deneysel işler yapmanın peşindeler. Biz de onlardan birisiyiz. Az seyirciyi kabullendik ama hiç olmazsa kendimize ait bir şeyler yapıyoruz. Daha sanatsal kaygılarla hareket ediyoruz, kendi sözümüzü söyleyebilelim diye. Tabi bazen de denklem kurmak zorunda kaldığımız projeler oldu. İşte burada zorunlu bir otosansürden de bahsedebiliriz her şeye rağmen.

B.C. : Söz size gelmişken TiPerformans'tan da bahsedelim. Neler yapıyorsunuz burada, nasıl başladınız? Kurulum ve devam ettirme aşamasında yaşadığınız zorluklar olmuştur elbet. Bunlar nelerdir?

H.P. : Biz 1994 yılında TiyatroTi olarak kurulduk.  Hem uluslararası hem ulusal projelere katıldık. İlk yıllar çok güçlü oyunlar yaptık, büyük salonlarda çalıştık. O dönemde bunlar yapılabiliyordu yani imkanlar daha elverişliydi. Diziler yoktu ve tiyatrocu arkadaşlarımızdan da destek alıyorduk. Brecth'ler koyduk sahneye, aynı zamanda Türk tiyatrosuna yeni tekstler kazandıracak çalışmalar yaptık. Uluslararası, alternatif  tiyatro festivallerinde yer aldık; dönemin önünde, bir miktar da tiyatro algısını da zorlayacak, yenileştirecek, geliştirecek yaklaşımlar kurduk. Bunların faturalarını ödedik. Çünkü var olan alışmış seyirci, yeniyi ret ediyordu. Her zaman eskiyle yenin böyle bir çatışması vardır. Yeni bir şey koyduğunuz zaman alıcısı olmaz. Bunlara göğüs germeye çalıştık. 2000'lere geldiğimizde ise krizler oldu ve tiyatromuz da bazı kopuşlar yaşadı. Bir değişim oldu bu yıllarda; televizyon öne çıktı ve televizyona dönmek zorunda kaldık. Ben televizyondan aldığım paralarla tiyatroyu kurmuştum. 90'ların sonlarına kadar hep tiyatroda var olmaya çalıştım ama 2000'lere geldiğim zaman gördüm ki, dizilerdeki arkadaşların popülariteleri nedeniyle daha fazla tiyatro yapar hale geldiler, ben ise yapamaz hale geldim. O nedenle 2000'lerden sonra yeniden döndüm televizyona. Bu sefer başka zorluklar geldi. Hem zaman problemi oldu; hem diziye hem tiyatroya koşturur oldum. Parayı oradan transfer eder olduk. O yıllarda özel tiyatroların yaşadıkları zorluklardan bizler de etkilendik ve küçülmek durumunda kaldık. Tiyatro kendi içinde bu durumlar yüzünden yeni bir oluşum yarattı. Oda tiyatrosu kavramı ortaya çıktı özel tiyatrolar için. Bu süreçte aynı zamanda yeni bir finans kaynağı olarak da bazı etkinlikler yapıyoruz, atölyeler, konservatuvara hazırlık kursları gibi. Ti Eğitim, Ti Drama adı altında yapıyoruz bunları. Tiyatro Ti olarak daha üst bir yapı kurduk Ti Sanat adı altında. Ti Sanat şimdi küçük bir oda tiyatrosuna sahip. Oda tiyatrosunu başka tiyatrolara da kiralayabiliyoruz. Buradan biraz finans kaynağı elde ediyoruz. Küçük bir guruba oyunlar sunuyoruz.
B.C. : Son olarak şuan sahnelediğiniz Bir Yüzleşme Oyunu'nundan bahseder misiniz bizlere?

H.P. : Yüzleşme oyununda içinde bulunduğumuz dönemi tartışıyoruz. İnsanlık psikolojik olarak bir süreç yaşıyor, kendi kendini yeniden gözden geçiriyor. Çünkü olumsuzluklar çok fazla. Buradan baktığımızda örneğin kadını yeniden tartışıyoruz, psikolojilerimiz açısından daha sağlıklı nasıl olunur diye bir sürü öğretiyi irdeliyoruz. Evrensel yasalar, secretlar, kişisel gelişim kitapları, yogalar, etrafta kurslar var. Bunlara baktığımızda birey kendini yeniden keşfetmeye çalışıyor sanki. İnsanın kendi kendiyle bir yüzleşmesi var. Burada otoriteye hayır diyememe durumunu ve otoritelerle karşı karşıya gelişi evrensel bir şekilde tartışıyoruz. Aynı zamanda yüzleşme meselesinde hangi öğeler yer alır, 'Bir utanç var mıdır yüzleşmede, samimiyete ihtiyaç var mıdır, 'mış' gibi yaparak yüzleşebilir miyiz, yüzleşmiş gibi yaparsak sonrasında olumsuz geri dönüş olur mu ve bu doğanın yasası mıdır?' gibi sorulara yanıt aranıyoruz. Şuanda ülkemizde de yüzleşmeler var. Barışın konuşulduğu bu süreçte samimiyete ihtiyaç var yüzleşmek için. Herkesin kendini gözden geçirmeye ihtiyacı var.


0 yorum :

Yorum Gönder